ÇİĞDEM YALDIRAK
9 Eylül 2019 tarihini geçirdik dün. İzmir gibi iz bırakan bir şehirde, iz bırakan bir kadının peşinde hepimiz Hatundere içindeydik. Bir yolcu otobüsü ardından ikincisi peş peşe gelmiştik. Güneş vardı ve ayrıca vakit de vardı. Hepimiz oturduk gölgelik duran kahvehane içine. Çoklukla geldiğimizden sığamazdık sandalyelere. Tanrı misafiriyiz bu köye köylü yerini verirdi elbet şehirden köylerine gelenlere. Tabi verdi de…
Bir demleme çay geldi önce önümüze. Acıkanlar peynir, domatesle mideyi sevindirdi. Olmadı dileyen de burcu burcu kokarak dilimlenen kavunlara dişlerini götürmüştü. En çok Öğretmen Benisa acıkmıştı öyle ya O’da heyecandan kahvaltısını yapmamıştı. Biraz sohbet, biraz dinlenmenin ardından son hazırlıkları tamamlanan kütüphanenin önemli bir parçası, can parçaları “Madak ailesi” içtenliği ile bizi selamlamaktaydı. Bu toplanış onlar için özel bir kişiliği yansıtmaktaydı.
Evet, dün Atatürk Çocuklarının Didem Madak anısına açılacak Halk Kütüphanesi için oradaydık. Bu önemli güne anlam katan birçok unsur vardı. Evvela açılış tarihi İzmir’e yakışan bir karardı. İkincisi Mesut Tim’in kurucu başkanlığında Atatürk Çocukları Kütüphanesinin 41. açılışı olmaktaydı. Ve son üçüncü ise Didem Madak’ın 41.yaşında uzak bir Ah’ lar ağacının gölgesine uzandığını gösteren bir rakamdı. Bu bir tesadüfü buluşmamıydı? Yoksa Sayın Tim’in özellikle ayarı mıydı bilmem ama bence uzaklardan da olsa duygusal bir ruhun Atatürk Çocukları ile buluşma ayarlamasıydı. İşte tam da bu muhteşem kurtuluş gününde… Tesadüf olamayan bu aydın, duygusal, çağdaş kimlikle oralardan gülümseyerek bir ışık yansıtmak istemekteydi benim kendi görüşümce.
Menemen/Hatundere, İzmir’de bu köyde oturan herkes artık Didem Madak gölgesinde. Bu kadar yakınken bir köye kütüphane ne çok fayda verir herkese. Şimdi bana da iç ses diyor ki şöyle; hatun muhtar seslenir tüm köylüsüne, belki geçerek oturduğumuz kahveye “okumanın verdiği güvenle yaşam pencereleri açılır istenirse dünyanın her yönüne”, diye haykırır. Haykırmalı da dileğimce… Belki öğretmenler de gelir, öğrencilerle.
Bu kadar değerli yazar- şair toplandıysa bir köyde, izi kalmıştır sanırım oturulan sandalyelerde. Ve okunan şiirler karışmıştır havasına, suyuna, toprağına. Ah bir de ileride gelecek aşlarına karışsa! Elbet izlere dokunan, havadaki şiirleri koklayan, iç sesini dışa vuran, yansımaları uzakta duyulan değerler çıkacaktır günün birinde karşımıza.
Biz yeter ki ses verelim. ‘Biz geldik’, diyelim. Tüm güzel düşleri, elbirliği ile gerçeğe dönüştürelim.
NE VERİLEBİLİR?
Ne verilebilir bu dünyaya?
Bunca şeyleri bize sunan bu koca dünyaya ne verilebilir ki?
Göğe rengini katarken denizlere sermiş rengini
Üstelik görmek, duymak, tatmak, dokunmak
Tüm bunlar yetmezmiş gibi bir de koklamak adına
Bizlere sunduğu duyum erdemini veren
Bu dünyaya ne verilebilirdi ki?
Bir ağaca sayamayacağımız kadar yeşil rengini
Ha bir de sığınılacak gölgeliğini veren,
Düşünsenize
Kaç ağaç sığar bir ormana?
Kaç orman sunar hayata?
İçinden geçen suyun akışına bir baksana!
Hayat akarken yukarıdan aşağıya
Kaç canlar barınır ki bu ortamda?
Sayamam…
Kaçmak istersin bazen karanlığa
Gece sunar
Güne bakmak istediğinde
Gündüze konar
Gün doğuşunu da
Gün batışını da
Farklı renkler içine koyar
Ne verebilirsin ki bu dünyaya?
Yıldızları sanki özellikle seçmiş
Gökyüzüne halı gibi döşemiş
Bazen önüne bulutları koymuş gizlemiş
Bazen görünsün diye bulutlara dağılın emrini vermiş
Ay’ında sürekli şeklini değiştirmiş
Havaya hâkim bir edayla iklimleri bile vermiş
Ortalık daha bir şenlenmiş
Nimetlerini bir bir sıralamaya
Ne ömrüm vefa eder
Ne de bilemediklerimi çözümlemeye gücüm yeter
Öğrenmek ve bildiklerini göstermek adına
Yaşadıklarını yaşatana saygı duymak aşkına
Sahipsizlikten uzak sahip olduğun bunca varlıklara
Onun sana bunca verdiklerinden sonra
Ne verebilirsin ki bu dünyaya?
Düşünüp kendine tertemiz
Beyaz bir sayfa açsana