KİTAPSIZLAR

ÜMİT YAŞAR IŞIKHAN
Konak Meydanı, çocukluğumuzun bütün martılarını, kıyılarında saklayan “tarla”da başka bir şey değildi. Yüzlerce minibüs, dolmuşun aynı anda kalktığı ve kentin ara sokaklarına, ana damarda kılcal damarlarına, daracık caddelerinden ara sokaklara dağılırken, kentin ruhunu “gevrekçi” diye bağıran çocuğun yürek atışlarında saklıyorduk.
Kent meydanı, hepimizin her gün buluştuğu arı kovanının kapısıydı. Dışarıda baloncunun peşinden çiçeklere koşan, olgun çocuklar olarak, sözleşmiş gibi kitapçılarda buluşurduk. Birkaç arkadaş, alamadığımız veya alacak paramız olmadığı için çaktırmadan inceliyormuşuz gibi yapıp, ayakta okumaya çalıştığımız kitaplarda, kalan ıslak parmak izlerimizi ertesi gün bulmaya çalışırdık.
Kentin kalbinde, Konak Meydanı’nın tam ortasında kültür büfeleriyle, Şevki, Yaşar ve Coşkun Zorlular kardeşlerin gazete bayiliklerinde bile kitapların satıldığı, veresiye verildiği günlerde, buluşma yerimiz genellikle buralardı. Okuduğumuz kitapları birbirimize anlatır, katıldığımız veya katılmadığımız bölümleri tartışırdık.

1970-80 yıllarında bütün kitapçıların en çok iş yaptığı saygın günlerinde; Milli Kütüphane’nin arkasındaki sokağın ilk pasajında Sergi Kitabevi, Şan Sinema pasajında Aydın Kitabevi, SSK Bloklarında Konak Kitabevi, Güven Kitabevi ve hemen üstünde, İleri Kitabevi’nin daimi misafiri olmanın ayrıcalığıyla, tanıdığımız Salah Birsel, Hasan Hüseyin, Şükran Kurdakul, Yaşar Aksoy, Turgay Gönenç, Necati Cumalı, Emre Kongar, Nahit Ulvi Akgün, Samim Kocagöz gibi hocalarımızın, ağabeylerimizin konuşmalarına tanık olup, önerileri ışığında kitap listemizi oluştururduk. Hepimizin o kitabevilerinde bulunan yaprakları sararmış, kurşun kalemle çizilmiş veya yazılmış borç defterinde adı vardı. Çok isteyip de alamadığımız kitapları arakladığımız ve okuduktan sonra, yanlışlıkla almışım deyip iade ettiğimiz kitaplarla sabahlardık. Kitapla beslendiğimiz uyuduğumuz, seviştiğimiz günler, teknolojinin gelişimine paralel olarak azalarak bitti.
12 Eylül faşist darbesiyle kitaplar suç unsuru sayıldı. Kitabevleri soluksuz kalıp direnmeye çalışırken, hayatımıza TV kanallarının arabesk dizi rüzgarı, yüreğimizdeki son özgür kuşları da öldürdü.
Kentin kalbi kirlendi. Dolmuşlar çığırtkanlarıyla ara sokaklara sığındı. Deniz çekildi, martılar çığlıklarını çöplüklere taşıdı. Kitap satışları azaldı; okumanın yerine TV izlemeyi seçen insanlar hızla çoğaldı ve yaşlandık. Umutlarımızı besleyen ırmakların sessizliği içinde, okumayan, düşünmeyen, üretmeyen, sevmeyen bir hayat atmosferi içinde yalnızlığımız arttı. Birbirimize bakarak, kullandığımız sözcüklerini ölülerini, rüzgara verirken, çoraklaşan bir hayatın içinde, kendimizi ifade etmenin suskunluğunda, birbirimizden uzaklaştık.
kitapsızlar çoğaldı…

İstatistiklere baktığımızda, Japonya’da bir yıl içinde kişi başına düşen kitap sayısı: 24. Yunanistan’da: 10, Fransa’da; 14.
Türkiye’de? Türkiye’de kişi başına düşen kitap sayısı yok; kitap başına düşen kişi sayısı var! Yani, bir yıl içinde 1 kitap başına 6 kişi düşüyor. Japonya’da nüfusun yüzde ondördünün, ABD’de yüzde onikisinin, İngiltere’de yüzde yirmibirinin, düzenli kitap okuma alışkanlığı var.
Türkiye’de? Yüzde 1 bile değil… Binde bir de değil; onbinde 1. Türkiye’de vatandaş günde ortalama 5 saat televizyon seyrediyor. Peki, ne kadar kitap okuyor? Yılda altı saat. Böl 365’e; Günde 16 saniye. Türkiye’de dergi okuma oranı yüzde 4, gazete okuma oranı yüzde 22. Radyo dinleme oranı yüzde 24. Televizyon izleme oranı kaç? Yüzde 95. Peki, ruhumuzun ve düşüncelerimziin mimarı olan kitaba, yılda kaç para ayırıyoruz? Norveçli 137, Alman 122, Belçikalı ve Avustralyalı 100, Güney Koreli 39 dolar ayırıyor. Dünya ortalaması, 1.3 dolar.
BİZ? Yılda 45 sent!
Dünya standartlarına göre, kalkınmanın ve gelişmişliğin göstergesi, halkların düşünsel ve estetiksel beğenilerinin gelişmişliğine bağlıdır. Okuma-yazma kurslarıyla ancak okuryazar yetiştirirsiniz.
Okuryazar oranı asla o ülkenin gelişmişliğini göstermez…
Okunan kitap, gazete, dergi sayısı; sinema, tiyatro, bale, opera salonlarının, sanat galerilerinin sayısı; güzel sanatlar liseleri ile fakültelerinin sayısı; sanatçıların özgürce kendilerini ifade etmesi ve üretimlerinin desteklenerek, tüketici kitleye ulaşmalarının sağlanması ile orantılıdır.
Konak Meydanı’nda gevrek satan çocukların sesi kısıldı. Martılar, imbatın kokusunu kanatlarında beyaza taşırken, kirlendiler. Körfez, kanala dönüşmüş, ölü balıkların son ağıtını kıyılara vuruyor. Düdüklerinde hüzünle bir melodinin son notasını buhara veren gemilerin kaptanları öldü. Arı kovanına koşan çiçeklerin yerine, dev kayaların süslediği Konak Meydanı’nda artık kültür büfeleri, Yaşar ağabey ve Coşkun, Şevki Zorlular’ın üst üste yığarak, insanların aşklarına mektup olan kitapları yok. Kitapsız bir hayatın, içimizi karartan akşamına koşan yolcuların yalnızlığı, zifiri bir karanlığa uzanırken, güvercinler, Hasan Tahsin’in namlusunda tedirgin bir uykuya daldılar…
Uyku ve kitapsızlar egemen bir karanlığın içinde, kardeştiler.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.