O AĞACIN ALTINDA BEN DE OTURDUM…

Merhaba…
Yazıya nereden başlayacağımı şaşırdım inanın…
Kendimi bulmak için gittiğim, 2 günlük dinlenceyi anlatmak istiyorum…
Lakin o kadar zengin 2 gün yaşadım ki, hatta 1.5 gün…
Bu kadar olayı, bu kadar kısa süreye nasıl sığdırdın diyeceksiniz, biliyorum…
Başta, hepsine sebep olan derneğimiz üyesi Sayın Orhan Sancar abimize teşekkür etmekle başlayayım…
Dur durak demeden, pazar – tatil dinlemeden, dinlenmeden bayrama kavuştuk…
Orhan abimizin baskılarına dayanamayıp Edremit – Akçay’a yola koyuldum bayramın 1. günü…
Evine varır varmaz yeğeni Yiğit Polat ile tanıştık…
Ne tanışma…
32 yaşında ve pekçok insanın ideallerim dediklerine bu yaşta sahip olmuş…
Hepsi alın teriyle, bileğinin hakkıyla…
Yaptıklarını, bizler için neler yapmak istediklerini ayrıca bir yazıda anlatmak isterim, ileri ki günlerde…
Onunla Atatürk Çocukları Kütüphaneleri de güzel yerlere ulaşacak, eminim…
Akçay’a vardığımda saat 13.30 olmuştu zaten.
Yani günü yarılamıştım.
Evde biraz sohbet ve dinlenceden sonra Orhan abiyle sahile aktık.
Orada İzmir’den kaçıp kurtulan yazar Cebrail Sürücü hocamızla karşılaştık.
Tabii ki mekan Oyuncakçı – kitapçı Ali’nin mekanı önü, zakkumların gölgesi.
Mekanda geçici olarak çalışan bir gençle tanıştım.
İsmini vermeyeyim, yarın yazacağım yazıda da ismini vermeden bir ayıbı yazacağım.
Okuyanlar utanacak ve gereğini yapacaklardır diye tahmin ediyorum…
Akşamı nasıl ettik bilmiyoruz…
Orhan Abi’nin evinde kardeşi Asuman hanım ve gelinleri Meltem hanımın hazırladığı birbirinden lezzetli yemekler sofrada bizi bekliyordu.
Daha Yiğit ve Meltem’in çocuklarını Can ile Kaan’ı bile yazmadan hemen yemeklere daldın diyeceksiniz, ne yapabilirim ki…
Baştan da dediydim…
Bu öyle karışık, öyle zengin bir yazı ki ne zaman ne yazacağımı ve o an aklıma neler düşeceğini ben bile tahmin edemiyorum artık.
Yazı kendiliğinden bir ırmak gibi akıp gidiyor…
Ben de onun peşinden.
Güzel bir yemekten sonra – Sütlü balık yoktu… Neden mi balıksız süt içtik bu sofrada… :), Sütün özel formülü de Orhan Abimizde saklı, bilginiz olsun. – biraz Can ve Kaan’la oyun, biraz balkon sohbeti va yat zamanı…
Ve gelelim düne, yani bayramın 2. gününe…
Sabah Orhan abi ile ikimiz kimse uyanmadan köye yola koyulduk.
Köye derken neresi olduğunu merak ediyorsunuz tabii ki.
Kızılkeçili Köyü. Hani 4 Mayıs 2019 tarihinde SABAHATTİN ALİ anısına açtığımız ATATÜRK ÇOCUKLARI KÜTÜPHANESİ’nin olduğu köy.
Akçay garajının karşısında, köy yolunda – 2 km., ben yürüyebilirdim, ancak Orhan Abimizin biraz ayaklarından rahatsızlığı vardı… – otostop yaparak köye ulaştık.
Önce Kızılkeçili Köyü Meydanı’nda belediyenin işlettiği Kızılkeçili Kafe’de çaylarımızı içtik, biraz kendimize geldik.
Sonra kütüphanemizi açtık.
Bayramın 2. günü, köyde kütüphane açık…
Duyduk duymadık demeyin ve inanın…
Kütüphanede kitapların kokusunu derin derin içime çektim.
Sabah mahmurluğunu atıp kafede otlu – peynirli gözlemelerimizi ayranla götürdük…
Bu arada köyde bulunduğumuz bu 3-4 saat içinde Mersin, Adana, İzmir ve İskenderun’dan gelen misafirlerimize kütüphaneyi gezdirdik, anlattık.
Bize kitap bağışında bulunacaklarını söylediler, iletişim bilgilerini verdim.
Saat 08.30’da geldiğimiz köyden 13.30’da Çamlıbel’de Murat Ceylan’a ait olan Şarlak Bistro’ya doğru yola çıktık.
Yaşarken insan cenneti görmeli.
Cennet başka bir yerde değil.
Önce kendi içinizde, yaşadığınız – yaşattıklarınız.
Sonrasında da dört bir yanı doğal güzellikler çevrili olan Yurdumuz, Türkiyemiz…
Edremit, Kaz Dağları ise bu konuda biraz daha avantajlı…
Hele hele ki Çamlıbel.
Tuncel Kurtiz de beni oraya gömün diye boşuna vasiyet etmemiş zaten.
Mezarının önünden geçerken sevgi ve saygılarımızı sunduk.
İzninizle şimdi ŞARDAK BİSTRO’dan içeri girmek istiyorum.
Ben burada biraz sözlerle anlatacağım, lakin biliyorum ki sözler yetersiz kalacak.
İlla ve illa ki gidip görmeniz, yaşamanız gerekir diyorum.
Bundan sonra yazdıklarıda da buraya gelmeniz için birkaç neden zaten olacak, bunun farkına varacaksınız.
Önce Murat Ceylan’ı görelim dedik. Çalışanlar bizi tanımıyorlar yaa, torpilimiz olsun. Bakın patronunuzu tanıyoruz diye.
Makamında buluruz sandık, bulduk da. Mutfakta.
Elinde bıçak son sürat maydonozları, yeşillikleri doğruyor.
Bize bakarak MERHABA dedikten sonra işine devam etmesi gerektiğini, birazda yanımıza geleceğini söyledi.
Kolay gelsin diyerek alandaki masalardan birine kurulduk.
Hafif bir rüzgar dersem hakaret olur.
Öyle güzel bir rüzgar vardı ki.
Anlatılmaz yaşanır cinsinden.
Hani bir zamanlar kıvırcık saçlı, minik bir kızımı vardı.
Bir gazozun reklamında on yüz bin milyon baloncuk diyordu.
İşte onun gibi…
Kollarınızı kartal gibi açıp rüzgarı kucaklıyorsunuz ve on – yüz – bin – milyon zeytin ağacının kokusunu ciğerlerinize çekiyorsunuz…
Müjde…
YENİDEN DOĞDUNUZ… İnanın…
Bunu defalarca tekrar edin… Ve hiçbir şey düşünmeyin…
Bir süre sonra işini bitiren Murat arkadaşımız da yanımıza geldi.
Laf lafı açarken orta yerde duran çınar ağaçlarını öyküsü ve GAZİ MUSTAFA KEMAL ATATÜRK’ün o ağaçların altında oturduğuna, ve oraya heykeltraş arkadaşı Berat Çivici’nin mermerden yapacağı bir ATATÜRK heykeli koyacağını söyledi.
Ve orada olan heykeltraş Berat Çivici’yi yanımıza davet ederek bizlerle tanıştırdı.
Onlarla sohbet ederken, haydaaaa…
Sosyal medyadan arkadaşım Gazi Üniversitesi’nde öğretim görevlisi Sayın Mete Özbaş çıkageldi.
Beni tanıdı, merhabalaştık. Masadakilerde tanıştırdım.
Yanındaki arkadaşı da ben sizi tanıyorum deyince!!!
Tacettin Bulut ben dedi.
İzmir Büyükşehir Belediyesi’ne 2005-2006 yıllarında geliyordunuz çalışmalar için deyince…
Biraz gönendim doğrusu…
Mete Bey, bizim çalışmalarımıza, yani Atatürk Çocukları Kütüphaneleri çalışmalarına Ankara’dan destek verecek. Onunla Ankara’da ayrıca görüşeceğiz.
Bir dakika ya, konu yine dağıldı, biz Mete Bey ile Tacettin Bey’i gönderelim…
Gelelim ATATÜRK heykeline.
İsterseniz bu ATATÜRK heykelinin doğuş öyküsünü bir okuyun.

Yıl 1934 Mustafa Kemal Atatürk; siroza yeni yakalanmış, doktorunun tavsiyesi üzerine, Edremit’e gelmiştir… Kaymakam bey bu vahim durumu öğrenince; Gaziye dönüp…

– Paşam Çamlıbel Köyü’nde bir şarlak – çağlayan var… Su sesi, bülbül sesi, asırlık çınarları ve havası mükemmeldir, izniniz olursa sizi yarın orada ağırlayalım. Der.. Gazi Mustafa Kemal; bu içten daveti kabul eder. O sırada kaymakamın yaveri, kaymakamın kulağına eğilir ve

– Efendim bir ay önce Şarlaka yıldırım düştü.. Ağaçlardan biri adeta kömür oldu… O yanan ağacı ne yapalım? Der… Kaymakam.

– Yarın o ağacı kesin. Der… Ertesi gün olur, dört tahtacı baltalarını biler, yıldırım düşen çınar ağacının yanına gelirler.. Bakarlar ki; Gazi ve yanındakiler, sabahın erken vaktinde; yıldırım düşen o çınar ağacının dibinde; bir semaver çay demlemiş, çay içiyorlar.. Gazi gelen baltacıları görünce, onlara ne amaçla; Şarlaka geldiklerini sorar… Baltacılar, yıldırım düşen yaşlı çınar ağacını kesmeye geldiklerini söylerler… Bunun üzerine; Gazi Mustafa Kemal Atatürk..

– Ben yaşadığım sürece, bu çınara dokunmayın efendiler, mamafih benden sonra yeşermezse bu çınar… O vakit onu kesersiniz. der… Baltacılar sessizce şarlaktan ayrılırlar… Gazi sırtını yanık çınara verir ve denize bakarken, yanındakilere dönüp…

– Manzara gemlikten bakınca Marmara Denizi’ne benziyor.. Annem beni Marmara denizi gözlüm diye severdi.. Der. Onun bu sözlerini duyan bir yaver, hemen not alır ve bu notunu mimar oğluna iletir… İki yıl sonra;”Gazi yeniden Şarlaka geldiğinde; bir bakar… Yıldırım düşen o çınar yeşermiş… Şarlak – çağlayan ın önüne marmara denizi haritasından, bir havuz yapılmıştır…

Ve şuan ben.. Marmara denizi temalı havuzun kenarındaki… Yıldırım düştüğü halde yeşeren, o yaşlı çınarın altındaki masamda… Yeşil erik, yeşil zeytin, beyaz peynir ve yeşil efe eşliğinde..

Nihayetinde İşte ben; #ŞarlakBistro yu bu eşsiz değerleri, hatırası üzerine aldım… Bu mükemmel yerin; Artık hak ettiği ulvi – milli değeleri, benden sonra olsun! Yaşamasını istedim.

Arşivci eski Köy muhtarımıza minnetle…

Sevgilerimle… Murat Ceylan

Evet…
Hani benim dünden beridir sosyal medyada paylaştığım o fotoğraflar, yani çınar ağacı fotoğrafları…
İşte orası GAZİ MUSTAFA KEMAL ATATÜRK’ün oturduğu çınar ağacı…
Ve hala o ağaç BEN YAŞIYORUM diyor…
GAZİ MUSTAFA KEMAL ATATÜRK’ün böyle öngörüsüne bir bakın ve günümüzdeki siyasilerin doğaya yaklaşımlarına…
İnsan ne diyeceğini bilemiyor… 🙁

Evet, biz yine güzelliklere dönelim…
Bu kadar olayın yaşandığı, yaşadığımız ŞARLAK BİSTRO’nun sahibi, kurucusu MURAT CEYLAN kimdir diye size anlatmayacağım…
Biraz araştırırsanız onun kim olduğunu, KAZ DAĞLARI için yıllardır nasıl bir mücadele verdiğini, hatta bu uğurda hapis yattığını ve hala süren davalarının olduğunu öğrenebilirsiniz.
Kendisi ayrıca Dünya çapında ve Türkiye genelinde pek çok ödülün sahibi olduğunu ve yayınlanmış pek çok kitabının bulunduğunu söylersem sanırım yeterli olur sizde bir merak uyandırması için…

Kim bu cennet vatan uğruna olmaz ki feda… demiş Mehmet Akif Ersoy, İstiklal Marşı’nın bir dizesinde…

Biz de soruyoruz…
Böyle bir vatanda kim yaşamak istemez ki…
Böyle bir vatan için kim kendini feda etmek istemez ki…

SEVGİYLE KALIN…
SEVGİMLE YAŞAYIN…

2 thoughts on “O AĞACIN ALTINDA BEN DE OTURDUM…

  1. Mesut Tim Nam ı diğer Kitap baba kaleminin gücünü, yüreğinin güzelliğini bildiğim için bu gezi notlarını sabırla okudum.
    Okuduktan sonra da derin bir nefes alıp iyikide okudum dedim. Senin ve Orhan Sancar’ın bazen aranızda, bazen önde, bazen arkada, bazen sağınızda, bazen solunuzda beraberce dolaştım. Sözünüze sohbetinize karışmadan. Siz beni görmediniz ya ben de sizinle Kızılkeçiliden Akçay’a oradan Kazdağı eteklerine, dolaştım. Ben de zeytin ağaçlarının kokusunu, çam ağçlarının uğultusunu, ve şarlağın müziğini dinledim. Ben de o yaralı ve yaşlı çınarın gölgesinde dinlendim.
    İyikide okudum. Diline yüreğine sağlık çocuk.

    1. Teşekkürler Tahir Eker hocam… O muhteşem doğanın sesini bir nebze olun duyurabildiysem, o hisleri yaşatabildiysem ne mutlu bana… O cennet yerleri tanıyalım, tanıtalım, sahip çıkalım hep birlikte… Sevgiyle…

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.