Kitap adı ‘’ŞATODAKİ KADIN’’

FERZAN SARPKAYA

Şatodaki Kadın veya özgün adıyla The Tenant of Wildfell Hall (Wildfell Hall’ın Kiracısı), İngiliz yazar Anne Bronte’nin ikinci romanı. İlk kez 1848 yılında Acton Bell mahlası ile yayımlanmıştır.

Türkiye’de Güven yayınlarından , Gönül  Suveren’in,  İngilizceden çevirisiyle yayınlanmıştır. Türü mektup roman sosyal eleştiri olarak adlandırılmıştır. Kitap 373 sayfa olup İngiltere’de Thomas Cautley Newby  yayıevinde basılmıştır.

Anne Brontë

İngiliz şair ve yazar İngiliz Edebiyatı’nın klasikleri arasına yerleşmiş eserleriyle tanınan üç kardeşin (Charlotte Brontë, Emily Brontë Anne Brontë) en küçüğüdür.

17 Ocak 1820’de  Yorkshire, İngiltere de doğdu. İyi ki doğmuş demeden geçemeyeceğim, biz kadınların onun yazdıklarından öğreneceğimiz çok şey var.  Verem hastalığından 28 Mayıs 1849’da çok genç bir yaş, 29 yaşında öldü.

 

Brontë, hayatının çoğunu ailesiyle birlikte, Yorkshire moors’taki Haworth mahallesinde yaşadı. Birkaç yıl yatılı okula gitti. On dokuz yaşında, 1839-1845 yılları arasında öğretmen olarak çalıştığı Haworth’u terk etti. Öğretmenlik görevinden ayrıldıktan sonra edebi emellerini yerine getirdi.

Kız kardeşlerinin iyi şiirleri olduğunu öğrenen Charlotte, Emily ve Anne ile ortak bir şiir koleksiyonu oluşturdular.

Kimse şiirlerini yargılayamazdı, kızlar kendileri için erkek takma isimler aldı.

Koleksiyon 1846 yılında yayınlandı. Şiirler eleştirmenlerce onaylandı.

Kısa bir süre sonra iki roman yazdı. Bir yönetmenlik olarak yaşadığı deneyimlere dayanan Agnes Gray, 1847’de yayınlandı.

İkinci ve son romanı olan Wildfell Hall Kiracısı (Şatodaki Kadın) 1848’de ortaya çıktı.

 

Kısıtlı bir çevrede yaşamış olmasına ve genç yaşına rağmen ‘’The tenant of wildfell hall’’gibi etkileyici bir romanı nasıl yazmış olabildiğine hayret ettiğim en küçük Bronte .

Ablalarının gölgesinde kalmış olmasına rağmen, bu son romanı, eğer daha uzun yaşasaydı çok daha değerli eserler ortaya çıkarabileceğini gösteriyor.

 Charlotte, Emily ve Anne Brontë kardeşler yazmaya çok erken yaşlarda ve Viktorya döneminde kadın yazarlar dikkate alınmadığı için takma erkek isimleri kullanarak başladılar.

İngiliz edebiyatının en önemli eserlerinden kabul edilen ve bir zamanlara damga vuran Uğultulu Tepeler (Emily Brontë), Jane Eyre (Charlotte Brontë), Şatodaki Kadın (Anne Brontë) romanları hem televizyon hem de beyazperdeye aktarılan (Şatodaki Kadın hariç) Brontë kız kardeşlerin büyük bir adanmışlık ile geçen inanılmaz yaşam hikâyeleri beyazperdeye aktarıdı.

Kardeşlerin ilham verici yaşam hikayeleri 1800’lü yılların İngiltere’sinin kadınlara yönelik baskıcı ve tekdüze hayat düzenine karşı bir başkaldırı ve kendini gerçekleştirme mücadelesiydi.

Çelişkiler dönemi olan Victoria Çağında yaşayan Bronteler, isimleri ve yazdıkları bugüne değen üç kız kardeş. Virginia Woolf’ un romanındaki gibi kendilerine ait bir odaları yoktu, zorlu bir yaşam sürdüler, bazıları edebi üretimin zengin olmakla ilgili olduğunu söyledi ama onlar buna inat, kalemleriyle edebiyat dünyasına kendini kanıtladı. Üstelik sadece İngiltere’de değil, dünya çapında okunan yazarlar oldular. Oysa dünya edebiyatındaki neredeyse tüm yazarlardan farklı yaşam koşullarına sahiplerdi. Sağlıksız yurt ortamı, erkenden yitirilen bir anne, sarhoş bir ağabeyin bazen şiddete varan davranışları, ilgisiz bir baba, onların üretim sürecini etkiledi ama engelleyemedi. .

Ataerkil anlayışın baskın olduğu bir dönemde bastırılmış kadın anlayışını kökünden sarsan bir kadının hikayesi. Günümüzdeki kadın erkek eşitsizliğini gözler önüne sermekte. Kadına yönelik dedikodular, ön yargılar ve dahası… Mutlaka okunması gereken eserlerden bir tanesidir

Şatodaki Kadın

Roman, ana karakter Gilbert’in yakın dostuna yazdığı mektuplardan oluşuyor. Öyle mektup
olarak yazılmış gibi görünse de baş  kahramanımızın  yaşadıklarını gayet net şekilde ifade ettiği mektuplar. Romanın belli bir yerinde olaylar daha da gizemli bir hale dönüşüyor..

Ve bu gizemin ardındaki gerçekleri artık açıklaması gerektiğine inanan ana karakter Helen, günlüklerini Gilbert’e verir. Ve gizemli karakterimiz Helen’in hayatındaki gizi her şeyiyle bu günlüklerden öğreniyoruz.

Viktorya İngiltere’sinde.  Gizemli bir kadının çocuğuyla bir şatoyu kiralamasıyla başlıyor
her şey. Civardaki komşular bu gizemli dul kadını çok merak ederler.  Ziyaretine giderler.
Ancak kadının soğuk davranması ve  misafirliklerden hoşlanmaması biraz göze batar.

Gizemli hanımımız bu davetlere bahane bulmak istese de  çok tuhaf karşılanmaması için
mecburen birkaç kez davete teşrif eder. Evin delikanlısı bu kadını başlarda pek beğenmese de sonradan etkisinden kurtulamaz.

Sık sık şatoya uğramaya başlar.  Yalnız onun gibi şatoya uğrayan  biri daha vardır. Ve dedikodular, söylentiler başlar, yanlış anlamalar… Bu kitapta daha çok bu gizemli kadın kim? O gerçeğin peşine düşüyoruz ister  istemez.

……

Yazarlık serüveni başlamadan önce çağdaş edebiyattan besleniyordu. Kardeşleriyle birlikte zaman geçirdiği kütüphanede, İngiliz edebiyatının ünlü şair ve yazarlarını okuyordu. Bu durum onun edebi kişiliğinin gelişimine katkı sağlamıştı.

Onu kardeşlerin ayıran konu romantizmden uzak realist oluşu, bunu da eserlerine yansıtmasıydı.

Takma adı  Acton Bell olan  Anne,genç bir yazardı .

İlk romanı Agnes Grey,  pek çok kişi tarafından eleştirilmişti. Tarzı, basit ve tutkusuz bulunmuştu.

İkinci romanı The Tenant of Wildfell Hall(Wildfell Hall’ın Kiracısı), 1848 yılında yayınlandı.

Türkçeye Şatodaki Kadın şeklinde çevrilen roman, yayınladığı yıl ilk baskısı altı haftada tükenirken yazar acımasızca eleştirildi.

Anne, kendisine yöneltilen bu eleştirileri cevap vermek amacıyla  Şatodaki Kadın’ın ikinci baskısının önsözünde.

 

Genç ve deneyimsiz gezginler için hayatın tuzaklarını ve tehlikelerini açığa vurmak onları çiçeklerle ve dallarla gizlemekten daha iyi değil midir?

 

Kitap okudukça çoğalıyoruz , kitap okumak isteyenlere ulaştırma çabasındayız.  Kütüphaneler  öğrenmek için eşsiz hazinelerdir.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.