BİR KATİL OLARAK DÜNYAYA GELİYORDUM…

MESUT TİM

Herkesin yaşamı bir roman aslında… İlginç doğum öyküleri, çocukluk ve ergenlik yaşantıları… Kimi iz bırakır, kimi hatırlanmak dahi istenmez… Çakıl taşları ayaklarıma bata bata bir çocukluk yaşadıysam da unutulmayacak tatlı – tuzlu anılar biriktirdim… Bu soğuk kış gününde kimbilir belki sizlerin içini ısıtır özgeçmişim… Başlığa bakıp da içiniz ürpermesin… O sadece bir espri… Buyrun…

Acı ama gerçek…. 07 Aralık 1960… soğuk bir kış günü… günlerden perşemde… saat 17.00… çimentepe’de evin birinden bir çığlık… sanki birisini öldürüyorlar… evet… annemi öldürmeye kalkıyor biri… o biri de benim… daha doğmadım bile… ama o kadar acelem var ki… hemen sağ bacağımı çıkarmışım… sanki dünyanın bütün sorunlarını çözmek bana kalmış, acele etmem gerekiyor… hemen koşacağız yaaa…..
Offf… neyse…. Ekmek fabrikasının eski model arabası geldi de annemle beni hemen hastaneye yetiştirdiler… doktor amca küçük bir müdahale ile beni düzeltti ve dünyaya gelmem gereken biçimde geldim nihayet…
İşte böyle bir doğum… sanırım herkese nasip olmaz… doğumu bile vukuat olmuş birinin yaşamı nasıl olur acaba???!!!…

Çimentepe’de oturduğumuz yıllar 1960-68 yürümeye başladığımızdan itibaren sokaklarda geçen bir çocukluk, babam ayakkabıcıydı ama yalınayak sokaklarda koşmayı çok severdim. Hele hele hiç unutamam, sokaklar ilk asfalt yapılacağı zaman önce kapkara zifti dökmüşlerdi de ben o zaman bile yalınayak sokaklarda idim… ve tabii akşam eve geldiğimizde bir araba dayak o günün KDV’si olmuştu… (O zamanlar KDV yoktu ama bugünün değerleriyle o güne değer katmak için kullandım…)
Zaman zaman çimentepe’den konak’a inerdik yaz günleri… Yıkılan maksim gazinosunun arka ve yan taraflarında denize girerdik (abim, ben ve komşunun iki oğlu ile)… bakmayın öyle canım…. Gerçek bunlar… ve ıslak beyaz külotlarımızla (annemin diktiği) yürüyerek tekrar çimentepe’ye… o günün akşamı ne mi olurdu… yine o günün KDV’si… yani dayak… ve evimizin bahçesindeki taştan yapılmış, karanlık odada hapis…
İşte haşarı oğlan mesut tim’in ilk çocukluk yılları…
İlkokula çimentepe’de başladım… 1968 Haziran ayında karabağlarda annemin yaptırdığı ve babamın üzerine tapusu çıkarılan eve yerleştik… Babam dediğim gibi ayakkabıcıydı… annem ev kadını… Ayakkabıcıları bilirsiniz… sabahtan başlarlar Tekel’e prim yatırmaya… Ama Tekel nedense onları bir türlü emekli etmez… Bizimki de sabahtan başlayanlardandı… işe bismillah diye başlar, şarabı hemen masa altına iner… öğleden sonraları ise mezeleriyle birlikte masa üstüne… ayakkabıcıların o dönemdeki doğal durumuydu bu… içki ve ayakkabıcılık özdeşleşmişti adeta… neyse biz kendimize dönelim…
İkinci sınıfın ilk dönemini bir okulda, ikinci dönemini yeni yapılan ve mezun oluncaya kadar kaldığım okulda okudum… ilkokul ikinci sınıfta iken bana ansiklopedi almadılar diye evden kaçıp çimentepe’de teyzemlerin bahçesinde saklandığımı unutamıyorum… okuma sevdalısı biriydim… ilkokul döneminde derelerde hurdalar toplardık bir arkadaşımla… onları satıp kitaplar alırdık… çocuk kitapları… 25 kuruşa aldığımız kitapları haftalığı 5 kuruşa okumaya verirdik arkadaşlara… ve o dönemde okumadığım türk ve yabancı çocuk kitabı kalmadı desem yalan olmaz… kışın evdeki sobanın arkasına oturduğum zaman bir kitabı bitirmeden kalkmazdım… babamız genelde eve içkili geldiği için o gelmeden yataklarımıza girer ve yorganı başımızdan aşağı çekerdik… öyle uyurduk… anneme bağırmasını ve dövmesinin seslerini duymayayım diye… o alışkanlığım hala devam ediyor ve ben yaz günü bile ince bir örtüyü başımdan aşağı çekerek uyurum… oldukça derin izi kalmış anlaşılan…
Ortaokulu Karabağlar Cumhuriyet Ortaokulu’nda okudum ve bitirdim… Daha sonra Agora Cumhuriyet Ticaret Meslek Lisesi yılları… gençlik heyecanını dolu dolu yaşadığım yıllar… kız arkadaşlarla çıkmalar, birazcık spor uğraşları (masa tenisi, futbol, voleybol vs…) ve siyaset… Yıl 1975-1978 yılları… o dönemler siyasetin daha doğrusu devrim yapma isteğinin en yoğun olduğu dönemlerdi… yaşayanlar bilir… yaşamayanlar bi zahmet o dönemleri okusun ve bugünler ile karşılaştırsınlar derim….
Liseyi bitirdik ve ÖSS sınavına giriş, ilk sınavda kazanma mutluluğu… neresi mi… Gazetecilik ve Halkla İlişkiler Yüksek Okulu… Ticaret Lisesi 3 yıllık not ortalamam yaklaşık 7.5 iken gazetecilikten 3. sınıftan (0) kredi notu ile ayrıldım… onlar bana belgeyi başarısızlık diye verirler, ben ise sınavlarda sadece adımı, sınıfımı ve numaramı yazıp verirdim… biraz daha öğrenci görüneyim diye… okul bir şey veriyor denemez… yoldan geçen herhangi birini bile çağırsanız onun bile rahatlıkla mezun olabileceği bir okuldu o dönem… zaten 29 Mayıs 1979’da da Güngör Mengi vasıtasıyla, daha doğrusu bir HIRSIZ’ın (teşekkür ederim hırsız kardeş) Yeni Asır gazetesinde işe başlamıştım… o dönemde yeni asır gazetesi gerçekten en büyük bölge gazetesiydi ve trajı yaklaşık 150 bin idi… neyse… 1980 yılının nisan ayında Günaydın ve Cumhuriyet gazetelerinin hazırlandığı Ticaret gazetesinin taşeron firmasına transfer oldum… 19 yaşında delikanlı… 3241.65 lira asgari ücret… 7.500 lira maaş ve fazla mesai ücretli bir yere transfer oluyorum… yani bugünün parasıyla yaklaşık 1.000 YTL. Para geçiyor elime… bir de 12 Eylül dönemini yaşadık… Günaydın’ın temsilcisi Can Pulak 5.000 lira ikramiye gibi para verir ve o dönemde Cumhuriyet gazetesinin Ege Bölge ilavesi için hergün 2-3 saat erken işe başlardım… ve bu iş içinde yaklaşık 1.000 lira para alırdım… hesap edin bakalım… delikanlı birinin eline aylık 1.500 – 2.000 YTL değerinde bir para geçiyor… deli dolu biri… ve rengarenk bir gençlik yılları…
Mart 1982 askere gidiş… Sivas çavuş talimgah taburu, 2. bölük… teslim olduğum günü yazıhaneye geçiş… daktilo bilgimden dolayı tabii ki…eğitim yok… nöbet yok… içtima yok… acemiliğimiz böyle geçti… daha sonra Kastamonu askerlik dairesine dağıtım… orada da yaklaşık 7-8 ay kaldıktan sonra Çankırı ili Orta ilçesi askerlik şubesine dağıtımımı istedim… 1983 şubatında gittiğim bu yere ilk ayak basmamı unutamıyorum…. Ha bana anlattıkları, filmlerde izlediğim Sibirya, ha Orta…. Hiç farkı yok inanın… hiç ağaç yok, her yer diz boyu kar… şubeye ulaştık… her yer her yerde… daire başkanı albayın görmek istemediği şube burası imiş…. Neyse… oradaki sivil memurlarla tanıştık… ne kadar daktilo bildiğimizi ölçtüklerinde ağızları 2 karış açık kaldı… Bir iki ay içinde bütün evrakları, sevk, celp işlemlerini düzenli bir hale getirdim, dosyaları iyice tasnif ettim… şube sanki sihirli bir el değmiş gibi değişmişti… Bir de o aralar habersiz olarak Asker Alma Dairesi Başkanlığından (ASAL) teftişe geldiler… ve şubeye iyi not verdiler… Tabii ki bu notları bağlı olduğumuz daire olan Kastamonu’ya da bildirmişler… Bu notu gören albayımız durur mu… hemen üsteğmen ile birlikte o da şubeye geliyor… gördükleri karşısında dili tutuluyor… şubenin hem yazı işlerini hem de iaşesini idare ediyordum… ilk ele aldığımda iaşe ekside iken 2 ay gibi bir sürede artıya geçirdim ve 15 günde bir kuzu keser hale geldik… çıkardığımız yemek mönüsünden yeni gelen kaymakamımız bile parayla yararlanıyordu… ve şubede ilk zamanlar yemeği de ben yaptım… oradaki 4 asker hergün yumurta pişirmekten ve yemekten helak olmuşlar sanki… bu arada biraz aşçılık da öğrendik, mecburen… Neyse… askerliğimin son günlerinde başımızdaki asteğmenler yüzünden daha doğrusu Cumhuriyet gazetesi okumam yüzünden 63 gün (3 seferde) askeri disiplin mahkemesinde yargılanıp mahkum oldum… ve askerlik bitti…
Gece çalışmak istemediğimden dolayı gazetelere geri dönmedim… çağırdıkları halde… serbest piyasada çeşitli işlerde çalıştım… bir toptancının ön muhasebesi daha sonra bütün muhasebe işleri… Yani anlayacağınız yevmiye defteri, defter-i kebir gibi defterleri tuttum… sene sonunda beyannameyi hazırladım… hem gıda toptancısı, hem süpermarket….oldukça meşakkatli bir iş… bu arada reklamcılık işleriyle de uğraştım… iki işi birden yürütüyordum… bu dönümde Emsan’ın birtakım gazete reklamlarını, sökede Halil morel’in gazete reklamlarını ve Basmane’de Mesut Köseoğlu’nun gazete reklam işlerini yapıyordum… iyi para kazanıyordum… 1987 yılında markette çalışan bayan arkadaşın kız arkadaşının doğum gününde fotoğraflarını çektim… davetli olarak gittim tabii ki… güzel bir kızdı… aşık oldum… fotoğraf parası vermek istedi almadım. Daha sonra kendisini aldım… 2 sene 1.5 ay evli kaldık… ayrıldık… şiddetli geçimsizlik…bu arada oğlum Buğra dünyaya geldi… ayrıldıktan sonra tekrar gazete sektöründe çalışmaya başladım… önce günaydın gazetesi (6 ay) sonra da kapanıncaya kadar Güneş gazetesinde. Güneş gazetesinin son döneminde 3.5 ay maaş ve sosyal haklarımızı almadan çalıştık… 28 mayıs 1991 günü başladığımız eylemi 13 haziranda gazeteden çıkarılmak suretiyle bitirdik…. Türk basın tarihinde ilk defa böyle bir eylem gerçekleştirildi… Bu arada eylemin 4. günü olan 31 mayısta oğlum 4 yaşına bastı… Doğum gününü gazetede kutladık…
Bir daha gazete sektöründe çalışmamak üzere ayrıldım…
O zamandan bu zamana kadar sürekli piyasa işleriyle uğraştım…
Reklamcılık, kendi çıkardığım gazete ve dergiler… gönüllü hayır işleri… parayı hiç düşünmedim… ama öyle bir zaman geldi ki MESUT TİM ismi adeta bir marka olup çıkmış sanki… bir baktım ki İzmir piyasasında tanımadığım insan yok… ama hiç kimseden bir kuruş bile menfaat dilemedim… günlerce, kilometrelerce yürüdüğüm halde kimseden yol parası bile istemedim… yürüdüğüm yerlere bir örnek vereyim… Narlıdere güzel sanatların oradan alsancağa kadar yürüyüş, sabah… ve akşam aynı yolu geri dönüş… yaklaşık hergün 4 saat yürüyüş… bazen alsancakta bir arkadaşın evinde kalıyordum… bayan bir ressam ve resim öğretmeni… bazen de birkaç milyon yıldızlı otellerde sabahlıyordum… sahi siz hiç birkaç milyon yıldızlı otellerde yattınız mı hiç??.. tavsiye ederim….
2000 yılında başıma bir tuğla düştü sanki… engellilerle uğraşmaya başladım… ama ne uğraşma… izmirde 3 sergi düzenledim… değişik yerlerde… sergi ve şenlik havasında… ayrıntıları bir başka bahara anlatayım… çok yer kaplayacak… bu arada beni tekerlekli sandalye basketbol İzmir il temsilciliğine bile aday gösterdiler… aday gösteren kişi bile karşı tarafa oy verdi ve 0’a karşı 6 oyla kaybettim… güzel ve değişik günlerdi… Karşıyaka’ya 2 sene boyunca 2 aylık kültür sanat dergisi çıkardım… daha sonra yaklaşık 100 sayı da günlük gazete… ama ne hikmetse okumaya pek gereksinimleri yoktu galiba destek olmak isteyen yok gibiydi… ben tek başıma kültür sanat dergisi çıkarınca KARŞIYAKA SPOR KULÜBÜ de kıskandı beni… onlarda dergi çıkarmaya başladılar… Tek başına MESUT TİM dergi çıkarıyor da biz koca kulüp olarak neden çıkarmayalım diye düşündüler herhalde…
Karşıyaka’ya günlük gazete son yayın denemem oldu… Bu arada KARŞIYAKA LİSESİ’nin kurucusu HİLMİ ZİYA APAK’ın kitabını hazırladım… Kendisinin yaşam öyküsü, biraz araştırma yaptım… Öğrencilerinin röportajları… derleme bir kitap…
2003 yılından itibaren Konak Belediyesi Kültür Müdürü Salim Çetin vasıtasıyla Recai Şeyhoğlu diye bir öğretmenle tanıştım… Bergamanın 1 köyünde kütüphane kurmuş… devam ettirecekmiş… Kendisine biraz yardımcı oldum… 2 ve 3. kütüphanelere mübalaasız 4.000 kitap toplayıp verdim… yani nereden bakarsanız bakın bu rakam 1 kütüphane eder… bu arada bir matbaaya girdim… kitap ve dergi basım işleriyle uğraşan bir matbaaya… tüm bilgisayar işlerini yapıyordum… kitap dizgisi, kapak tasarımı, montaj işleri… baskı, mücellit ve kalıpta çalışan arkadaşlarla sürekli koordineli olarak çalışıyordum… çünkü hepsinin derdi benim yaptığım işler idi… 19 ay çalıştıktan sonra 25 Şubat 2006 tarihinde ayrıldım… bu ara Recai Şeyhoğlu ve annesi Rasime Şeyhoğlu adına kurulan kütüphane sayısı 13’ü bulmuştu… 2006 yılbaşı öncesi dernek kuruldu… dernekte 6 şeyhoğlu ile yabancı madde olarak MESUT TİM vardı yani ben… Devam edelim… 18 mayıs günü (19 mayısta 14. kütüphane açılacak… bütün hazırlıklarını bitirdik) derneğin başkanı RECAİ ŞEYHOĞLU tarafından hiçbir neden gösterilmeden dernekten çıkarıldım… Kişiye değil AMACA hizmet ettiğim için birkaç ay sonra ben de ayrı bir dernek kurarak köylere kütüphaneler kurmaya devam ettim. Bizim açtığımız kütüphanelerin adı ATATÜRK ÇOCUKLARI KÜTÜPHANESİ adını taşıyor…
Ve şimdi ne mi yapıyorum…
12 Eylül 2006 dernek olarak başladığımızı köylere ATATÜRK ÇOCUKLARI KÜTÜPHANELERİ kurma çalışmalarımızı şimdi TİM MEDYA’nın sosyal sorumluluk projesi olarak devam ediyoruz… Şimdiye değin 8’i İzmir dışında olmak üzere 32 ATATÜRK ÇOCUKLARI KÜTÜPHANESİ kurduk… ne yaptığımızın farkında olan duyarlı insanların destekleriyle Türkiye’nin dört bir yanına ATATÜRK ÇOCUKLARI KÜTÜPHANELERİ kurmayı sürdüreceğiz…
YAŞAM ÖYKÜSÜ ŞİMDİLİK BU KADAR… Sonsuza kadar devam edecek bir yaşam öyküsüne şimdilik … nokta koyup günlük işlerimize devam etmek üzere hoşçakalın…

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.